Cumartesi, Ekim 20, 2007

Cathrin Schütz ile Söyleşi...

Cathrin Schütz ile Söyleşi...
Cathrin Schütz (34) 2002 yılı ilkbaharından beri eski Yugoslavya devlet başkanı Slobodan Milosevic’in savunma grubunda çalışmaktadır. Schütz, bu görevi yaklaşık iki senedir La Hey’de yürütmekte. Siyaset bilimci Cathrin Schütz’ün Die NATO-Intervention in Jugoslawien: Hintergründe, Nebenwirkungen und Folgen[1] isimli kitabı 2003 yılı sonunda yayınlanmıştır.Slobodan Milosevic ICTY’nin[2] yargı yetkisini tanımıyor ve kendisini avukat kullanmadan savunuyor. Peki savunma grubu ne yapıyor?Cathrin Schütz: Kendini savunmakta olan bir sanık, gerekli bilgilere ve materyallere ulaşmak için doğal olarak yardıma gereksinim duyar. Kendini savunmakta olan bir tutuklu, diğer tutuklular gibi dış dünyadan tecrit edilmiştir. Bu nedenle ICTY, başkan Milosevic’e kendisine bilgi ve materyallerin toplanmasında yardımcı olacak insanları seçmesine izin verdi. Savunma grubu, ona bilgilere ulaşma imkanı sağlıyor ve dış dünyaya açılan bir pencere görevi görüyor. Miloseviç özellikle savunmasının hazırlanmasında başkalarının mutlak yardımına ihtiyaç duymaktadır. Örneğin savunma grubu onun adına tanıklarla görüşebilir. Ayrıca mahkemenin çok bürokratik bir kurum olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Hapisteki bir sanığın yerine getiremeyeceği çok sayıda resmi iş bulunmaktadır. Örneğin buna savunmanın tanıklarının delillerinin kopyalarını çıkarmak da dahildir. Mahkeme, her tanığın ifadesinin 19 tane kopyasını istemektedir. Bu yorucu iş savunma grubunun uzun geceler boyu çalışmasına neden olmakta. Her tanığın ifadesi için çok sayıda doküman gerekmemekte, ancak bazı önemli tanıkların ifadeleri yüzlerce dokümandan içeren binlerce sayfadan oluşabilmekte. Bu sayfaları daha sonra tercüme ettirmek, düzenlemek ve bu işin sonunda 19 tane kopyasını çıkarmak zorundayız. Böylece ortaya sadece bir tek tanık için yüzden fazla dosya çıkıyor. Bazen düşünüyorum da, Greenpeace kulislere bir bakış yollarsa davayı ortadan kaldırabilir…Savunma grubunda kimler çalışıyor?Başkan Milosevic’e Lajey’de yardımcı olan takım öncelikle „legal associates“ olarak adlandırılan üç kişiden oluşmakta: Belgrad Üniversitesinde görevli hukuk profesörü Branko Rakic , Belgradlı avukatlar Dragoslav Ognjanovic ve Zdenko Tomanovic.Ben Lahey’deki bu gruba iki yıldır siyaset bilimci olarak dahilim ve „araştırmacı“ olarak görev yapıyorum. Arada sırada bir iki stajyer de küçük bir çalışma grubunun çok zor altından kalkabileceği bu devasa “paper work”de bize yardımcı olmaktalar. Çalışma şartlarımızın kötü olmasının nedeni başkan Miloseviç’in mahkemenin yargı yetkisini tanımıyor oluşu. Miloseviç’in bu tutumuna çok değer veriyorum. Bu nedenle ödediğimiz bedel önemli değil.Miloseviç mahkemenin yargı yetkisini neden tanımıyor? Mahkeme sizce neden adil değil?Başkan Miloseviç eski Yugoslavya Savaş Suçları mahkemesini tanımıyor, çünkü bu mahkemeyi yasal bulmuyor. Mahkeme onun gözünde, kazananların hukukunu uygulamaya çalışan emperyalist devletlerin bir enstrümanı. Bu iddiasında yalnız da değil. Sürekli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasını savunanlar bile ICTY’ye kuşku ile bakmaktadırlar. Kurulmasından hemen sonra (1993) mahkemenin işleyişi ile ilgili ABDli avukatlar birliği „American Bar Association“ kuşkularını dile getirmişti. Başka kuruluşlar da mahkemenin kuruluşunun hukuksal gerekçelerini sorgulamaktadırlar. Uluslararası AF Örgütü ad-hoc[3] mahkemelerin gerçekten bağımsız olamayacağı ve onları kuran ülkelerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde manipüle edilebilecekleri konusunda uyarılarda bulunmuştur. Ancak ne yazık ki bu organizasyonların eleştirileri çok kısa soluklu oldu.Özellikle 2001 yılı Temmuz ayında Slobodan Miloseviç’in zorla mahkemeye sevk edilmesi bu kuruluşların eleştirilerini yeniden gündeme taşıdı. ABD eski adalet bakanlarından Ramsey Clark ICTY’nine yasallığını sorgulamaktadır. Onun açıklaması acı bir şekilde her şeyi özetlemektedir: “BM Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulmuş ICTY ve diğer ad-hoc mahkemeler yasadışıdır, çünkü BM Misakı Güvenlik Konseyine herhangi bir ceza mahkemesi kurma yetkisi tanımamıştır. BM Misakı’nın söylediği açıktır. Böyle bir yetki 1945’te tanınmış olsaydı BM asla kurulamazdı. BM Güvenlik Konseyi’nine beş daimi üyesinden hiç biri BM Misakı’nda cezalandırmaya ilişkin bir madde olmasını kabul etmemiştir. ICC[4] bir anlaşma sonucu ve BM tarafından BM Misakı’nda herhangi bir değişiklik yapılmadan kurulmuştur. ICC’nin kuruluşu, kurulacak başka ad hoc ceza mahkemelerinin kurulmasını engellemeli ve daha önce oluşturulmuş olanların ortadan kaldırılmasını sağlamalıdır. Bunlar ABD’nin jeo-politik çıkarlarına hizmet etmek için kurulmuştur. Bu çok önemli bir konudur, çünkü bu yolla BM Güvenlik Konseyi kendini BM Misakı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin üstünde tanımlamış olmaktadır.Ad hoc ceza mahkemeleri hukuk önünde eşitlik kuralından dpğal olarak uzak ve ayrımcılardır. Bu ayrımcılığın nedeni düşmanın yok edilmesi isteğidir. 1994/95 döneminde Tutsi hükümetinin başbakanlığını yapmış olan Faustin Twagirimungu 1994’teki trajik katliamlarda Tutsi’lerden daha fazla Hutu’nun öldüğü yolunda ifade vermesine karşın Raunda Uluslararası Ceza Mahkemesi aradan 9 yıl geçmesine rağmen tek bir Tutsi’yi bile suçlamadı. Binlerce Hutu daha sonra Zaire’de katliama uğradı ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde bugün de tehlike altındalar. ICTR[5], ABD’nin Uganda, Raunda, Burundi ve belki ileride yine Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki Tutsi kontrolünü desteklemek için kullandığı bir araçtır. ICTY ezici bir şekilde Sırplara ve sadece Slododan Miloseviç ve Bosna-Hersek’in bir ayrı parçası olan Republika Srpska’nın[6] liderlerine karşı dava sürecini işletmektedir.NATO ile ICYT arasında bir ilişki var mı?Bazılarının mahkemeyi NATO-Mahkemesi olarak nitelemelerin kötü bir şaka olduğunu düşünmüyorum. Bu mahkemenin BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 yılı Mayıs ayında yaptığı oturama kadar uzanan kuruluş tarihini birkaç kelimeyle anlatmama izin verin.Bosna’daki kanlı çatışmalara kendileri de boğazına kadar batmış olan ABD ve Almanya, 1992 yılından beri mahkemenin kurulması için çok fazla baskı yapmışlardı. Alman Dış işleri bakanlarından Hans-Dietrich Genscher ve halefi Klaus Kinkel ile daha sonra ABD dış işleri bakanı olacak ABD’nine BM temsilcisi Madeleine Albright bu proje için çok uğraş verdiler.ICTY’nine kurulması için harcadıkları çabalar nedeniyle Albright ve Kinkel mahkeme çalışanlarınca ICTY’nine “annesi ve babası” olarak görülmektedirler. Bu durumu çok önemli buluyorum ve ABD ile Almanya’nın hangi çıkarlarla hareket ettiğini sormamız gerektiğini düşünüyorum. ICTY kurulduğu günden bugüne yerel aktörler üzerinde baskı kurmak için kullanıldı. Ayrıca Balkanlar’da yaşananların yanlış aktarımlarının hukuk yoluyla meşrulaştırılmasını sağladı. Ayrıca bir çok ABDli yetkilinin mahkemenin ABD dış politikasına hizmet ettiği yönünde açıklamaları mevcut. Bush ve daha sonra Clinton yönetimlerinin hukuk danışmanı olan ve mahkemenin kurulması için çok çaba harcayan Michael P. Scharf 29.8.2004’te Washington Post gazetesinde 1990lı yılların başında hangi motifle hareket ettiklerini şöyle açıkladı:„BM Güvenlik Konseyi, Yugoslavya savaş suçları mahkemesini kurarken üç hedef belirledi: İlk olarak uzun süredir Miloseviç’in propagandası altında kalmış Sırp halkını Miloseviç’in savaş suçları, insanlığa karşı işlediği suçlar ve zorbalıkları konusunda eğitmek, ikinci olarak Miloseviç ve diğer üst düzey liderleri yaşananların baş sorumlusu olarak göstererek ve Miloseviç rejiminin sokaktaki Sırp insanını hangi yollarla gaddarca suçlar işlemeye teşvik ettiğini ortaya çıkararak ulusal uzlaşının yeniden tesis edilmesini sağlamak ve üçüncü olarak Sırbistan’ın yeni seçilecek liderlerini eski baskıcı politikalardan arındırmak.”Washington Post, 3.10.1999’da “ICTY’nin çok kullanışlı bir politika aracı olduğunu ve suçlamaların, istenmeyen devlet başkanlarını diplomatik alanda izole etmeye, iç politikadaki rakiplerini güçlendirmeye ve uluslar arası politik istekler için baskı yaratmaya veya askeri güç kullanmaya bahane yaratmaya yaradığını” yazdı.NATO sözcüsü Jamie Shea açıkça NATO’nun mahkemeyi finase ettiğini, örgütün sanıkların yakalanmasına yardım ederek “Mahkemenin Dostu” olacağını ve mahkemenin Yugoslavya savaşı sırasında NATO’nun işlediği suçları yargılamayacağını söyledi. Gerçekten söylediği gibi oldu.Başkan Miloseviç mahkemenin politik yanını daha görüşmeler devam ederken sıkça vurguladı. Mahkemenin ve mahkemenin arkasındaki güçlerin bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu tahmin edebilirsiniz. Miloseviç böylece mahkemenin kurucularının yaptığı hesabı bozmuş oldu. Savunmasında, Sırpları mahkum etmek için kurulmuş sahneyi sosyalist Yugoslavya’yı savaşa sürükleyenlere ve kanlı çatışmaları kışkırtanlara karşı kullanmaktadır.Alman ve ABD yönetimlerini mi kastediyorsunuz?Baş sorumlular olarak. Almanya, Yugoslavya’dan 1991 yılında ayrılan Hırvatistan’ı tanıyarak savaşın başlamasını ateşlemiş oldu. Bilerek barışçı bir çözüm olasılığını ortadan kaldırdılar. Almanya Hırvatistan’ı tanımanın ertesinde birinci ve ikinci dünya savaşları sırasında kullandığı Sırp karşıtı söylemini kullanmaya başladı. Daha sonra ABD özellikle Hırvatlara ve müslüman Boşnaklara verdiği destekle oyuna dahil oldu.Yani Alman Politikacılar Gerçekten İnsan Hakları İçin Endişe etmediler?Bu insan hakları söylemi açıkça amaca ulaşmak için bir araç olarak kullanıldı. Alman dış politikası Yugoslavya Savaşı’ndan beri temelden değişti. Alman ordusu, önce kapalı olarak Bosna’da daha sora ise 1999 yılındaki NATO saldırısında görev aldı ve Alman ordusu bugün aktif olarak bir çok ülke dışı operasyona katılmakta. Eski Alman savunma bakanı Peter Struck’un „Almanya’yı Hindikuş’ta da savunma“ konsepti çerçevesinde Alman ordusu küresel bir müdahale gücü şeklinde yeniden örgütlendi. Alman başbakanı Schröder 2001 yılında „Askeri boyuta hak etmediği bir önem verilmemelidir ancak bu dış politikanın askeri boyutunun uzun zamandır yapıldığı gibi tabulaştırılması anlamına gelmez.“ demişti. Bu gelişme daha 1992’de CDU/CSU tarafından öngörülmüştü, ancak „Yugoslavya’ya karşı insani müdahaleyi“ toplum önünde açıkça dile getiremiyorlardı. Joseph (Joschka) Fischer, 1994 yılında „insani müdahale“ argümanını kullananları şöyle uyarmıştı: „ 2.Dünya Savaşı’nda Alman askerlerinin istila ettiği bölgelerde hiç bir operasyon söz konusu olamaz. Bunu isteyenler en azından insani müdahale argümanın arkasına saklanmazlarsa mutlu olacağım.“ Ancak 199’daki NATO saldırısından sonra bu sözler onun için tarih oldu. Fischer daha sonra „Yeşil“ dış politika değil Alman dış politikası yürüttüğünü açıkça söyledi. Özetlersek, Yugoslavya’ya karşı yürütülen savaş daha sonra ortaya çıkan savaşlara kapıyı açtı. Henüz bombardıman sürerken NATO „out-of-area“[7] içersinde kendisine saldırı hakkı veren bir yeni stratejiyi kabul etti. Yugoslavya’da açıkça çiğnenen hukukun üstü insan haklarıyla örtüldü ve bu insan hakları söyleminin „Teröre Karşı Sürekli Savaş“ konsepti içinde hiç bir değeri kalmadı. Onlar tarafından kullanılan insan hakları retoriği kamuoyunu savaş için kazanmak içindi. Bu retorik aynı zamanda „Alman Geçmişinden“ kurtulmak için kullanıldı.Kısaca açıklamak gerekirse artık Alman ordusu iyilerin yanında yeni soykırımları engellemek için savaşıyordu. Özellikle Bosna ve daha sonra Kosova örneklerinde insan hakları ve insanlık gibi kavramlar diğer ülkelerde de sömürüldü.Bunu açıklayabilir misiniz?En iyi örnek Srebrenica’dır. Bosna’nın bu bölgesinde gerçekten neler olduğunu kim biliyor? Bilmek isteyenlerin elinde de yanlış bilgiler var. Bu konuya eleştirel yaklaşarak analiz yapmak isteyenler hemen “soykırım inkarcısı” olarak adlandırılıyorlar. Oysa ki böyle bir analize ihtiyaç var! Politikacılar, Medya ve NGO olarak adlandırılan kuruluşlar çok etnikli devlet yapısına örnek olarak gösterilen (yeni kurulmuş) Bosna-Hersek’i ve Boşnakların, Sırp saldırganlığının kurbanları olduğu yönünde yaratılmış düşünceyi sorgulamaya imkan tanımıyorlar.Katliam olarak adlandırılan olayın tam 10. yıl dönümünde bütün medya savaş sırasında Boşnakların ağzı-dili olmuş politikacılar ve entelektüeller aracılığı ile bize “soykırımı” hatırlatmakta. Verilerden yoksun ve duygusal bir biçimde sunulan haberler, “Srebrenica’dan öğrenerek” gelecekte ortaya çıkabilecek durumlara önceden müdahale etmeyi öğütlemektedir.Basında geçmiş yıllarda Srebrenica ile ilgili araştırmalar yapmış ve “soykırım” iddiasının tam karşıtı sonuçlara ulaşmış kimselerle ilgili hiçbir şeye rastlayamıyoruz -ki bu sonuç Miloseviç’in argümanlarını da desteklemektedir-. „Srebrenica Research Group“un yaptığı kapsamlı araştırmayı bu duruma örnek olarak verebilirim. Çoğu ABDli ve Kanadalı akademisyenlerden ve gazetecilerden oluşan bu grup Prof. Edward Herman yönetiminde yaşananların izini sürdüler ve sonunda bir soykırım olduğu yolundaki iddialara karşı çıkmakla kalmayıp olan biteni daha geniş bir bağlam içerisine yerleştirdiler.Bu metotların iyi işlediği görülünce, NATO’nun 1999 yılındaki saldırısı içinde Kosovalı Arnavutlara’a soykırım yapıldığı argümanı kullanılmaya başlandı.Gerhard Schröder (Federal Almanya eski Başbakanı) 19.4.1999 tarihinde „ Atlantik Avrupası Balkanlara müdahalesiyle dünya tarihinde yeni bir sayfa açtı (…) Böylece Avrupa, İnsanların Avrupası oldu.” dedi. Balkanlar gerçekten Schröder’in söylediği gibi “İnsanların Avrupasına” dönüştü mü?Batı’nın balkan politikasını onların söylemleriyle değerlendirdiğimiz de ortada büyük bir başarısızlık olduğunu rahatça söyleyebiliriz. İnsanların yaşam standartları ile ilgili hiç bir ilerlemeden bahsedemeyiz. İnsan hakları, demokrasi ve çok kültürlülük gibi kavramların hepsi kötüye kullanıldı. Bugün Sırbistan eski Yugoslavya’dan geriye kalan tek çok kültürlü ülke! NATO müdahalesinden beri Kosova, etnik olarak sadece Arnavutlardan oluşacak bir „Büyük Arnavutluk“ ideali peşinde koşan Kosovalı Arnavutlar’ın istediği şekilde Arnavut olmayanlardan arındırıldı. Arnavut olmayanların zorla göç ettirilmesi ve UÇK’nın hedeflerini paylaşmayan Arnavutlar’a yönelik saldırılar BM ve NATO’nun gözleri önünde gerçekleşiyor. ABD’li yetkililerden Dennis Kuchinich, UÇK’nın sadece NATO saldırısı öncesi ve sırasında değil, saldırı sonrasında da desteklendiğini öğrenmemizi sağladı. Hırvatistan’a bir bakalım: Etnik olarak arındırılmış başka bir devletle karşılaşacağız. ABD burada da „Fırtına“ ve „Şimşek“ operasyonlarına katılarak bu sonucun ortaya çıkmasında rol oynamış oldu. Peki insanların yaşam şartları ne halde? Her yerde artan bir yoksulluk kol geziyor.ABD’nin Boşnakları desteklediğini söylüyorsunuz. ABD bu desteğiyle, kendisini İsrail’e verdiği destek nedeniyle eleştiren Arap ülkelerine Müslümanlara karşı olmadığını mı göstermek istiyordu?Bu düşüncenin Boşnakların desteklenmesinde ve silahlandırılmasında bir rol oynadığını zannetmiyorum. Daha çok, ABD’nin ve genelde tüm batılı devletlerin kendi çıkarları için destekleyecek bir kuvvet aradıklarını düşünüyorum. Bu grubun hangi dine mensup olduğunun bir önemi yoktu. ABD kendi çıkarları için bir çok kez diktatörleri destekledi ve milis kuvvetleri kurdu. Karşıtlarına karşı savaşmak için gerekli olanı yaptılar. ABD’nin Bosnalı Müslümanlara verdiğin desteğin, ABD’nin müslümanları kolladığı daha doğrusu kullandığı tek olay olmadığı konusunda eminim. ABD yönetimi için insanlar önemli değil. Boşnakların hangi dine mensup olduğu da önemli değil. Savaş ateşini körüklemek için din çok rahat kullanılabilir, aynı etnik grupların birbirine karşı kullanılmasında olduğu gibi. Her ikisi de nefreti körükleyebilir. Eski Yugoslavya’daki değişik dinsel grupların radikalleşmesini savaş çığırtkanlığının bir sonucu olarak görüyorum. İzzetbegoviç, başka dinlerden insanların yaşamayacağı bir islam devleti öngörmekteydi, ama çatışmaların başında halkın çoğunluğu kendini dinsel inancıyla değil Yugoslav oluşuyla tanımlamaktaydı. Ortaya çıkan sonuç savaşın ve kiliselerin yönlendirmesinin bir ürünü. Boşnakları homojen bir kitle olarak düşünmenin de yanlış olacağını düşünüyorum, ama ABD yardımı ve Arap devletlerinin işbirliği sayesinde radikal islamın bölgeye girdiği doğrudur.Miloseviç’in özel hesaplarında gerçekten milyonlarca dolar mı var?Bu soru çok sık soruluyor. Gerçekten zengin olsaydı bu parayı savunması için harcamaz mıydı? Miloseviç hakkında bir sürü yalan söyleniyor. Bence bu da o milyonlarca yalandan biri.Alman Polisi 24.7.2005 tarihinde Milosevic’in Almanya’daki destekçilerine neden baskın düzenledi?Başkan Miloseviç Lahey’deki mahkemeyi tanımadığı için savunmasını diğer sanıklar gibi BM fonlarıyla finanse edememekte. Bu nedenle savunmanın harcamaları bağışlar ile karşılanmakta. Miloseviç, ABD ve AB tarafından yönlendirilen (sadece para yardımlarıyla değil) seçimlerden sonra görevinden ayrıldı ve kısa bir süre sonra Belgrad’ta tutuklandı. Tutuklanışından hemen sonra uluslararası dayanışma organize edilmeye başlandı. Slobodan Miloseviç’i Savunma Komitesi (ICDSM) kuruldu.[8] Komite üyeleri arasında ABD eski adalet bakanlarından Ramsey Clark, Bulgaristan İnsan hakları Komitesi ve Blkgaristan Anti-Faşist Birliği onursal başkanı Velko Valkanov, 2005 yılı Edebiyat Nobel ödülünü alan Herald Pinter gibi uluslararası alanda tanınmış kişiler de bulunmakta. Bu destek komitesi aracılığı ile Lahey’deki savunma süreci için bağışlar toplanıyor. En çok bağışı Almanya’da topladık. Bir çok basın toplantısı ve benim takımdaki tam zamanlı çalışmam bu bağışlarla finanse edildi. ICDSM’nin Almanya biriminin finans işleri sorumlusu Peter Betscher hakkında soruşturma başlatıldı. Betscher’in evi arandı ve bağış hesaplarıyla ilgili tüm dokümanlara el koyuldu. Yaklaşık iki sene önce bağış hesapları ilk kez dondurulduğunda bir mahkeme Miloseviç’in savunmasının desteklenmesinin yasal olduğuna karar vermişti. Suçlama düşürülmüş ve bağış toplamanın savunmanın temel haklarından biri olduğuna hükmedilmişti. Mahkemenin bu pozitif kararı sayesinde bankalar, bağışlar için hesaplar açmayı kabul etmeye başladılar. Bankaların sürekli tavır değiştirmesi bağış toplamada karışıklıklar yaratıyor ama henüz savunmaya zarar veren bir durum ortaya çıkmadı.Bu baskının nedeni nedir?Resmi nedenlerle olası nedenleri ayırmalıyız. Bu baskının yasal nedeni Slobodan Milosevic için bağış toplamanın AB tarafından oluşturulmuş normlara uygun Alman dış ticaret yasasına aykırı oluşu. AB içinde Slobodan Miloseviç ve ailesi için çeşitli kısıtlamalar mevcut. Ancak savunma için toplanan paraların da Miloseviç’in özel hesaplarına aktarıldığının iddia edilerek el konulması çok absürd bir uygulama. Tam bu günlerde bağış topladığı için Peter Betscher’e 11.465,70 Avro para cezası verildi. Tabi ki bu cezaya karşı tüm yollarla mücadele edeceğiz. Almanya, mahkemenin kurulması için çalışan en önemli ülkelerden biriydi ve sanıkları mahkemeye çıkarmak için uğraş vermektedir, ancak aynı zamanda yürüyen bir dava sürecinde savunmayı da engellemekte. Bu baskılar savunmaya çok fazla zarar vermekte. Benim Miloseviç’in üç legal associates’in yanında tam zamanlı çalışan tek kişi olduğum düşünülürse, bu durum savunmanın gücünün yarı yarıya azaldığı anlamına gelir. Haftalardır seyahat masraflarım ve savunma hazırlıkları için yapmam gereken masraflar karşılanamıyor ve haftanın çok az bir kısmını Lahey’de geçirebiliyorum. Alman hükümetinin istediği de savunmanın güç kaybetmesi zaten. Miloseviç mahkemedeki en önemli davanın sanığı, ama aynı zamanda en küçük savunma grubu da onunki. Buna rağmen çoğunluğu eski Yugoslavya’dan gelen gönüllüler ve eskiye göre işimizin daha az olması sayesinde başarılı bir savunma yürütebiliyoruz. Ancak bu sonucu almamızın en önemli nedeni Miloseviç’in gücü. Yaklaşık 4 yıldan beri söylediklerinden hiç geri adım atmadı ve özellikle Batılı devletlerin Yugoslavya’nın parçalanması ve savaşın başlamasındaki suçluluklarını kanıtlamaya çalışmaktan vazgeçmedi.Bir yıldan beri kendisine yöneltilen suçlamayı ve Balkan sorunu ile ilgili egemen olan görüşü yalanlayan tanıklarının mahkemede konuşmasını sağlıyor. Miloseviç’in tanıklarının çoğu Kosova’nın köylerinden yüksek rütbeli generallere uzanan heterojen bir Yugoslav topluluktan oluşuyor, ama ifade vermeye hazır başka ülkelerden bir çok kişi de mahkemede dinleniyor. ABD senatosunu danışmanlarından Lames Jetras mahkemede Clinton yönetiminin İran ile beraber Boşnakların yasadışı bir biçimde[9] nasıl silahlandırıldığını anlattı. Berliner Zeitung’ta çalışan Alman gazeteci Bo Adam, bölgede yaptığı araştırmaların Racak’ta sivillere karşı soykırım yapılmadığını gösterdiği yönünde tanıklık etti. OSCE[10] gözlemcilerinden Kanadalı Roland Keith ve Alman Dietmar Hartwig, Kosova’da yaşananların hiç de Batılı hükümetlerin gösterdiği gibi olmadığını onayladılar ve UÇK’nın terörist karakterini sergilediler. Bir çok tanık Miloseviç’in mahkemede kullandığı argümalardan biri olan, savaş yılları boyunca bir çok barış planını desteklediği yönündeki iddiasının doğruluğunu onayladı. Bu planların çoğu ABD tarafından engellenmişti. Daha savcılık mütelasını açıklarken Miloseviç’in bu davayı kazanacağı belli oldu. Çapraz sorguda bir çok savcılık şahidinin yalancı şahitlik yaptığı kanıtlandı ve İngiliz arabulucu Lord David Owen[11] gibi tanıklarsa savcılığın Miloseviç hakkındaki suçlamalarını paylaşmayı kabul etmediğini ve Miloseviç’in iddia edildiği gibi “milliyetçi” ve “etnik temizlik yapan” biri olarak gösterilmesine karşı olduğunu söylediler.Bazı hükümetlerin Miloseviç’in savunmasının gidişatından pek mutlu olmadığını söyleyebiliriz o zaman…Evet, hiç de mutlu değiller. Savunma hakkının bir çok kez engellenmeye çalışılmasına rağmen Miloseviç tüm imkanlarını kullanarak mücadele ediyor. Ancak bu şekilde savaşı başlatanları ve çok sayıdaki kurbanın ortaya çıkmasından kimlerin sorumlu olduğunu gösterebilir. Aynı zamanda sağlık durumu da ciddi şekilde kötüye gitmekte. Basın Miloseviç’in hastalığı nedeniyle davanın uzayacağından şikayetçi olurken, Miloseviç’in durumunu düzeltmek için hiç bir şey yapılmıyor. Hatta doktorların tıbbi önerileri gerektiği gibi uygulanmıyor. ICDSM’nin Almanya biriminin sözcüsü Klaus Hartmann uzun bir süre önce mahkemeden korkan politik güçlerin Miloseviç’in „biyolojik yollardan“ susturulmasına çalıştığını söyledi.Size göre Milosevic suçsuz mu?Eğer Lahey’deki dava bağlamında cevaplamak gerekirse – Evet!Teşekkürler.Söyleşi: Emre Ertem[1] Die NATO-Intervention in Jugoslawien ( NATO’nun Yugoslavya Müdahalesi: Nedenleri, Etkileri ve Sonuçları) Cathrin Schütz ,Braumüller , Viyana, Ekim 2003[2] ICTY (International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia)[3] atanmış[4] International Criminal Court / Cour Pénale Internationale (Uluslararası Ceza Mahkemesi)[5] International Criminal Tribunal for Rwanda (Raunda Uluslararası Ceza Mahkemesi)[6] Bosna-Hersek’e bağlı Sırp parça devleti[7] NATO üye ülkeleri sınırları dışındaki bölgeler.[8](ICDSM) International Commitee to Defend Slobodan Milosevic[9] BM silah ambargosuna aykırı bir biçimde.[10] OSCE: Organization for Security and Co-operation in Europe -Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)[11] 1992-95 yılları arasında AB’nin Bosna özel raportörü. Bosna için 1993 yılında önerilen ve Vance-Owen planı olarak bilinen girişimin hazırlayıcılarından.

Hiç yorum yok: